Dün akşam en sevdiğim programlardan biri olan Charlie Rose Show'un konusu insan ömrünün uzaması yolunda atılan bilimsel adımlardı. Öncelikle bu program Amerikan halk kanalında yayınlanıyor; NOVA belgeselleri de dahil bissürü tadındanyenmez, lokum program bu kanalda. Devlet desteği ve büyük ölçüde halkın maddi katkısıyla satın alınıyor bu programlar. Objektif olduklarını iddia etseler de içerik olarak birçoğu sol eğilimli, Cumhuriyetçilerin sinirine dokunan yayınlar... Zaten Nixon döneminden beri kanala devlet desteği azaltılmaya çalışılıyor. Sanırım bizim TRT-2'nin benzer bir misyonu var. Ama halkı kaliteli yapımlarla eğitmek konusunda PBS gerçekten özenilecek bir kanal...
Charlie de kendi programında önde gelen edebiyatçılarla, politikacı, sanatçı ve bilimadamlarıyla güncel konularda sohbet ediyor. Sohbet de bir sanat, ve konukların rahatlıkla açılabilmeleri için stüdyoda Charlie haricinde kimse yok. Kameralar başka bir odadan teknik ekip tarafından yönetiliyor. Dekor da yok. Bir karanlık kanvas üzerinde Charlie'yle başbaşa kalan konuk ve ekran başında biz sevgili izleyiciler :)
Bu sefer masa başında beş-altı heyecandan gözleri dönmüş bilimadamı vardı. Uzun yaşamak, hatta ölümsüzlük, efsanelerin, dini hikayelerin, bizi etkileyen masalların ortak noktası... Yaşamak tuhaf bir zevk: hemen hepimiz gündelik ve bazen pek de gündelik olmayan, varoluşsal dertlerden muzdarip olsak da yaşamayı bırakmak istemiyoruz. Deli Dumrul'un yaşlı anası bile terk etmek istemiyor hayatı oğlu için; ölenlerin ardından onlar için değil, en çok kendimiz için ağlıyoruz, onlarsız kaldığımıza; en ufak hapşırıkta ruhlar burundan kaçmasın diye çok yaşalara boğuyoruz etrafımızdakileri. Ama işte bi yandan da uzun yaşamanın bir bedeli olmasından korkuyoruz. Hayırlısı olsunlar, iki gün yatak üçüncü gün topraklar geçiyor aklımızdan. Bakınız ortak bilincimizin yaratığı vampirlere... Ölümsüzlüğün bedelini kan içmekle ve sonsuz bir hüzünle öder vampirler. Uzun yaşamayı istemeyiz sırf, uzun ve sağlıklı ve sevdiklerimizle yaşamayı isteriz. Yani astarını...
20. yüzyılda insan ömrü ortalama 30 yıl uzamış. Başlıca nedenler genel temizlik kurallarının yaygınlaşması, aşıların geliştirilmesi, tarımdaki gelişmeler ve önemli hastalıkların tedavisinde (ya da öldürmeden süründürmesinde) alınan yol. Tabii bu yaşam uzamasının toplumlara bazı ilginç etkileri var. Örneğin artık kadınlar çocuk doğurmayı 30lu yaşların ikinci yarısına hatta 40lı yaşlara erteliyorlar, 30 yıllık evliliklerle ömür bitmiyor ama evlilik bitebiliyor, yaşlılıkla gelen hastalıkların artışı sonucu sağlık sistemleri tökezliyor.
Bilimadamları bugüne kadar yaşlılığa kesin oluşacak bir süreç olarak baktıklarını, oysa yaşlılığı tetikleyen bir gen olmadığını, hatta tam tersi aktive edildiklerinde yaşlılığı erteleyecek genler olduğunu büyük bir iştahla anlatıyorlar. Hepsinde tas yüzdürmüş bir Arşimedes hali... Diyorlar ki, önümüzdeki 20 yılda hiçbir bilimsel müdahale olmadan insan ömrü diyet ve sporla kadınlarda ortalama 80den 88e çıkacak, ancak iki yolla devrim niteliğinde atılımlar yapılabilir: kalori kısıtlama ve genetik aktivasyon. Kalori kısıtlama metodu şu an maymunlarda deneniyormuş ve başarılıymış. Charlie'nin benim hislerime tercüman olan sorusu şuydu: Peki maymunlar mutlu mu? Bunu bilmeye imkan yok, ama görünen o ki eski bilginlerin ve dervişlerin sofradan aç kalkmak, az yemek, sık sık oruç tutmak gibi nefsi terbiye eden yöntemleri ömrü de uzatabilirmiş. İkinci yöntemse insanlarda yaşlanmayla mücadele edebilecek genleri aktive eden proteinleri bir hap yardımıyla uyarmak ve harekete geçirmek. Bu yolla yaşlılıkla ortaya çıkan oksidasyon gibi bazı problemlerle savaşabilecek vücut. Bilimadamlarına göre böyle bir yöntemle ortalama yaş 130a çıkabilirmiş, hem de sağlıklı tenis oynayan 100lüklerden bahsediyorlar. En çok vurguladıkları nokta da önemli hastalıkların yani diyabet, kanser, metabolik bozuklukların ayrı ayrı değil, böyle tek bir tedaviyle önlenebilecek olması. Çünkü bu hastalıkların riskini arttıran en önemli faktör yaşlılık...
İyi, güzel... Ortalama ömür 130 olabilecek. Ölümsüzlük tabii ki söz konusu değil. Bir erteleme ve yaşam kaltesini arttırma çabası. İyi de bunun sosyal yapıya etkileri ne olacak? 70 yıl evli kalabilecek mi insanlar? Erkeklerin ve kadınların hormonel yapılarını daha uzun süre koruyacakları varsayılırsa herkesin daha fazla çocuğu olmayacak mı? Çocuk sayısı artarken, yetişkin sayısı aynı hızla düşmeyince insan nüfusu giderek artmayacak mı? Bu hızlı artışı kısıtlı doğal kaynaklarımız nasıl besleyecek? Sosyal yapıyı koruma adına devletler ne gibi önlemler alacaklar? İnsanlar hep aynı işi mi yapacaklar ve gençlere kim iş verecek? Siz patron olarak 92 yaşındaki 30 yıllık tecrübeli ve henüz orta yaşlı çalışanınızı gözden çıkaracak mısınız 40 yaşındaki bi yeniyetme için? Belki bu soruları sormak gereksiz... Belki bu ilerlemeler gerçekleşene kadar küresel ısınma canımıza okumuş olacak ya da belki bir yandaki bu gelişmeler diğier yandaki savaşlar ve salgınlarla dengelenecek. Yine de gittikçe ne kadar da Aldous Huxley'in A Brave New World'une benziyoruz. Kitapta insanlar uzun ve sağlıklı bir hayat yaşıyorlardı, ama belli bir yaşta ölüm merkezlerine gidip teslim oluyorlardı. Devletin yaşlılığa çözümü...
Charlie de kendi programında önde gelen edebiyatçılarla, politikacı, sanatçı ve bilimadamlarıyla güncel konularda sohbet ediyor. Sohbet de bir sanat, ve konukların rahatlıkla açılabilmeleri için stüdyoda Charlie haricinde kimse yok. Kameralar başka bir odadan teknik ekip tarafından yönetiliyor. Dekor da yok. Bir karanlık kanvas üzerinde Charlie'yle başbaşa kalan konuk ve ekran başında biz sevgili izleyiciler :)
Bu sefer masa başında beş-altı heyecandan gözleri dönmüş bilimadamı vardı. Uzun yaşamak, hatta ölümsüzlük, efsanelerin, dini hikayelerin, bizi etkileyen masalların ortak noktası... Yaşamak tuhaf bir zevk: hemen hepimiz gündelik ve bazen pek de gündelik olmayan, varoluşsal dertlerden muzdarip olsak da yaşamayı bırakmak istemiyoruz. Deli Dumrul'un yaşlı anası bile terk etmek istemiyor hayatı oğlu için; ölenlerin ardından onlar için değil, en çok kendimiz için ağlıyoruz, onlarsız kaldığımıza; en ufak hapşırıkta ruhlar burundan kaçmasın diye çok yaşalara boğuyoruz etrafımızdakileri. Ama işte bi yandan da uzun yaşamanın bir bedeli olmasından korkuyoruz. Hayırlısı olsunlar, iki gün yatak üçüncü gün topraklar geçiyor aklımızdan. Bakınız ortak bilincimizin yaratığı vampirlere... Ölümsüzlüğün bedelini kan içmekle ve sonsuz bir hüzünle öder vampirler. Uzun yaşamayı istemeyiz sırf, uzun ve sağlıklı ve sevdiklerimizle yaşamayı isteriz. Yani astarını...
20. yüzyılda insan ömrü ortalama 30 yıl uzamış. Başlıca nedenler genel temizlik kurallarının yaygınlaşması, aşıların geliştirilmesi, tarımdaki gelişmeler ve önemli hastalıkların tedavisinde (ya da öldürmeden süründürmesinde) alınan yol. Tabii bu yaşam uzamasının toplumlara bazı ilginç etkileri var. Örneğin artık kadınlar çocuk doğurmayı 30lu yaşların ikinci yarısına hatta 40lı yaşlara erteliyorlar, 30 yıllık evliliklerle ömür bitmiyor ama evlilik bitebiliyor, yaşlılıkla gelen hastalıkların artışı sonucu sağlık sistemleri tökezliyor.
Bilimadamları bugüne kadar yaşlılığa kesin oluşacak bir süreç olarak baktıklarını, oysa yaşlılığı tetikleyen bir gen olmadığını, hatta tam tersi aktive edildiklerinde yaşlılığı erteleyecek genler olduğunu büyük bir iştahla anlatıyorlar. Hepsinde tas yüzdürmüş bir Arşimedes hali... Diyorlar ki, önümüzdeki 20 yılda hiçbir bilimsel müdahale olmadan insan ömrü diyet ve sporla kadınlarda ortalama 80den 88e çıkacak, ancak iki yolla devrim niteliğinde atılımlar yapılabilir: kalori kısıtlama ve genetik aktivasyon. Kalori kısıtlama metodu şu an maymunlarda deneniyormuş ve başarılıymış. Charlie'nin benim hislerime tercüman olan sorusu şuydu: Peki maymunlar mutlu mu? Bunu bilmeye imkan yok, ama görünen o ki eski bilginlerin ve dervişlerin sofradan aç kalkmak, az yemek, sık sık oruç tutmak gibi nefsi terbiye eden yöntemleri ömrü de uzatabilirmiş. İkinci yöntemse insanlarda yaşlanmayla mücadele edebilecek genleri aktive eden proteinleri bir hap yardımıyla uyarmak ve harekete geçirmek. Bu yolla yaşlılıkla ortaya çıkan oksidasyon gibi bazı problemlerle savaşabilecek vücut. Bilimadamlarına göre böyle bir yöntemle ortalama yaş 130a çıkabilirmiş, hem de sağlıklı tenis oynayan 100lüklerden bahsediyorlar. En çok vurguladıkları nokta da önemli hastalıkların yani diyabet, kanser, metabolik bozuklukların ayrı ayrı değil, böyle tek bir tedaviyle önlenebilecek olması. Çünkü bu hastalıkların riskini arttıran en önemli faktör yaşlılık...
İyi, güzel... Ortalama ömür 130 olabilecek. Ölümsüzlük tabii ki söz konusu değil. Bir erteleme ve yaşam kaltesini arttırma çabası. İyi de bunun sosyal yapıya etkileri ne olacak? 70 yıl evli kalabilecek mi insanlar? Erkeklerin ve kadınların hormonel yapılarını daha uzun süre koruyacakları varsayılırsa herkesin daha fazla çocuğu olmayacak mı? Çocuk sayısı artarken, yetişkin sayısı aynı hızla düşmeyince insan nüfusu giderek artmayacak mı? Bu hızlı artışı kısıtlı doğal kaynaklarımız nasıl besleyecek? Sosyal yapıyı koruma adına devletler ne gibi önlemler alacaklar? İnsanlar hep aynı işi mi yapacaklar ve gençlere kim iş verecek? Siz patron olarak 92 yaşındaki 30 yıllık tecrübeli ve henüz orta yaşlı çalışanınızı gözden çıkaracak mısınız 40 yaşındaki bi yeniyetme için? Belki bu soruları sormak gereksiz... Belki bu ilerlemeler gerçekleşene kadar küresel ısınma canımıza okumuş olacak ya da belki bir yandaki bu gelişmeler diğier yandaki savaşlar ve salgınlarla dengelenecek. Yine de gittikçe ne kadar da Aldous Huxley'in A Brave New World'une benziyoruz. Kitapta insanlar uzun ve sağlıklı bir hayat yaşıyorlardı, ama belli bir yaşta ölüm merkezlerine gidip teslim oluyorlardı. Devletin yaşlılığa çözümü...
Powered by ScribeFire.
1 yorum:
Oncelikle hayirli olsun blogun.Insan acar acmaz haber verir:)
C.Rose Show konusundaki teknik detaylari bilmiyordum.Bu tur seyleri nerden bildigini hep merak ederim bilirsin:).
Yaslilik konusuna gelince.
Insanin dogasinda sonsuzluk hissi var,o tohum atilmis bence,ama yaslilik hos bir hal olmadigindan o hissin tatmini bence ancak ebedi bir alemde mumkun.O nedenle de oldukten sonra yasama inanmak,ustelik de hep ayni yasta kalarak ferahlatici.
Ben hayat 30unda basla gorusune o yasa yaklastikca daha cok inansam da senin bahsettigin sosyal ve ekonomik yan etkileri nedeniyle cok uzun yasamdan yana degilim.
Yine de bunlari bulan bilimadamlari cozum de uretir belki,ama olan 2. dunyaya olur yine.1.Dunya tadini cikarir bunun da:)
Yorum Gönder