Amerika'nın ortabatısına ait Prairie sözü için ''kır'' kelimesi tam bir karşılık oluyor mu emin değilim. Aslında kastettikleri yeşil, boş ve gözalabildiğine uzanan alanlar... Ama onların tarihlerinde ve anlayışlarında herhangi bir kırlık alandan daha önemli Prairie... Bizim gibi dağların denize dik/paralel ve hööyt diye heybetle uzandığı ülkelerde (Torosları geçmeye çalışanlar, ha bu son viraj diye ufka umutla bakanlar yalnız değilsiniz!) yaşayanlar için bu boş yeşilliğin anlamını kavramak zor. Sanırım biraz Bozhöyük'ü geçip atağa kalkan İstanbul-Ankara treninin hali ... Ama işte tekdüze ve bi süre sonra sıkıcı gelen bi boşluk. Hatta bizim bozkırların acı tadı da yok.
Bugün ortabatı kırını geride bırakıp ortamın biraz tepelendiği daha güneyde bi bölgeye gittik. Arazi, henüz 8 yaşındayken babası tarafından armağan edilmiş Robert Allerton'a. Allerton'ın sanata ve doğaya olan hayranlığı sayesinde arazi üzerine İngiliz stili bir malikane ve onlarca bahçe yapılmış, bahçeler Allerton'ın dünyanın dört bir yanından topladığı heykellerle bezenmiş. Allerton kendisi de resim eğitimi almış olmakla beraber asla hayranı olduğu insanlar kadar başarılı olamayacağını anlayınca tüm resimlerini yakmış ve hayatını evlat edindiği oğluyla Hawaii'de geçirmiş (trajedi, sevgili okur, kişinin sınırlarına ulaştığını bilmesidir. Know thyself derim başka bişey demem). Buradan ayrılırken de araziyi olduğu gibi üniversiteye bağışlamış. Şimdilerde Allerton Parkı hem eğitim amaçlı kullanılıyor hem de bir konferans ve dinlenme tesisi olarak. Bugün de Kır'ın ortasında bir vaha gibi uzanan parkta bahar festivali ve Paskalya etkinlikleri vardı. Yumurtalar arandı, kahvardılar* edildi, uzun patika yollarında yürüyüşler yapıldı, çamurlara batıldı, ağaçların ayakta ölüp çatırdayarak devrildiklerine şahit olundu ve de medeniyete dönüldü.
Öykünün özü, ana ve de babafikri, gelişmesi hatta sonucu şudur: Allerton denilen adama 8 yaşında bu arazi verildiğinde Kırdı, boştu ve de biteviyeydi; şimdiyse koruluk, lalelik, yasemenlik güzelim bir vaha... Paralel bulasıca aklımda Ankara'nın bozkırında nice zorluklarla kurulan Atatürk Orman Çiftliği...Kuşa çevrilen, her yanından didiklenen, bol etli, dondurmalı (oh misss!), piknikçili (çöp bırakan çeşidinden) AOÇ... Yok karşılaştımayacağım, farklı durumlar, biri Kır biri bozkır...
* Kahvaltı, kahvealdıdan geliyormuş. Aldı, önü anlamında yani kahvenin önünden yenen yemek. Ehh o zaman öğleye doğru edilen kahvaltı öğle yemeği birleşiği nam-ı diğer ''brunch'' için de kahveardından kavhardı diyebiliriz, dedim gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder