Son dönemde Türkiye'de bir ''mahalle baskısı'' langırtısı almış başını gidiyor. Yorumlar, onaylayıcılar, anti-tezciler gırla... Kimi Alev Alatlı gibi memlekette mahalle kalmadığını dolayısıyla baskısının da olamayacağını savunuyor, kimisi durumu genelleştirip bir değişimin habercisi addediyor. Ben konuya daha genel bir açıdan bakmak istiyorum ve de açıkçası bu işin sosyologlardan çok grup psikolojisi çalışanların alanına girdiğini düşünüyorum.
Türkiye'de ezelden beri iki grup var: şehirli elitler ve taşralı halk. Artık herkesin malumu olduğu üzere 1960lardan sonra bu iki kesim göç sonucu giderek daha fazla birarada yaşamaya başlıyor. Oluşan yeni orta sınıfın bazı bireyleri de ister istemez kesişim kümesinde kalıyorlar. Bu alandakiler genelde kentli kadın-erkek ilişkilerini benimsemiş, görünüş olarak modern (''daha iyi'' anlamında değil, sadece ''dönemin moda akımlarına uygun'' anlamında), ama dini ve örfi geleneklerine bağlı. Ne tür gelenekler? Büyüklerin elinin öpülmesinden, otobüste yaşlılara yer vermeye, Ramazan'da oruç tutup, vefat edenlerin ardından mevlüt okutulmasına, çocuklara diş buğdayı yapılmasından kandil geceleri ailenin biraraya gelmesine... Bu kesişim kümesi sınıf atlayan göçmen taşralılarla da büyümüştür kuşkusuz. Dolayısıyla kesişim kümesindeki kimi anneanneler sokağa başörtüsüyle çıkmışlar, pazara uzun kollularla gitmişlerdir. Kentteki muhafazakar alt kesimle elitist üst-orta sınıfın arasında kalan bu grup 80lere gelindiğinde büyür ve çeşitlenir. Artık bu tayfın bir ucunda giyim tarzı ve yaşam biçimiyle muhafazakar ama sosyal ilişkilerde daha açık bir alt grupla diğer ucunda dış görünüş olarak elitlere daha yakın ama onlardan muhafazakarlığa bakış açısıyla ayrılan bir başka altgrup bulunmaktadır. Siyasal olarak tam bir ayırım yapılamasa da bu kesişim kümesinin bir tarafının liberal sağcı, bireyci ve özgürlükçü; diğer tarafınınsa sosyal demokrat, toplumcu ve eşitlikçi olarak tanımlanabileceğini düşünüyorum.
Grupların üyeleri üzerinde yapabilecekleri baskı, biraz da üyelerin aidiyet duygularıyla ilgili... Bugün ''mahalle baskısı'' diye adlandırılan şey aslında ''grupiçi baskı'' bana göre. Yani kendinizi ait hissettiğiniz grubun sizi tanımlamak ve hizada tutmak için oluşturduğu belli başlı ölçütler. Aslında hepimizin beyninde pratik nedenlerden mikro gruplamalar var. Bir odaya girdiğimizde kendimize en uygun insanları bulabilmemizin yolu, onların hangi gruplara dahil olduğuna inanmamıza bağlı. En güzel örnek lise grupları... Amerikan filmlerinin bize empoze ettiği kadar derin çatışmalar olmasa da aralarında her lisede popülerler, inekler, metalciler, tiyatrocular, ağır abiler, grupsuzlar gibi gruplar vardır. Bu gruplar üniversite yıllarındaki bireyselleşmeyle dağılır ya da dönüşüme uğrar. Ne yazık ki, aynı şeyi toplumsal grup ve altgruplar için söylemek mümkün değil. Bu gruplara duyduğumuz aidiyet siyasal parti seçimlerimizden üyesi olduğumuz sivil toplum örgütlerine kadar her yerde, hatta sosyal internet sitelerindeki profillerimizde bile kendini gösteriyor. Eğer birey olarak grubun bizden beklemediği bir seçimde bulunursak o grubun iktidar gücüyle doğru orantılı olarak yularımız çekiliyor. Örneğin siz bir akademisyenseniz ve üst düzey bir bürokrat kızı ve aniden ''sizden beklenmeyecek şekilde'' dindarlaşırsanız, hakkınızda çeşitli hükümler verilebilir (mesela bu yöneliminizin samimi olmadığı gibi), grubun size sunduğu bazı ayrıcalıklardan mahrum kalabilirsiniz ya da gruptan dışlanabilirsiniz. Öte yandan dindar kesimden sesinizi yükseltip kadınlara yönelik ayrımcı politikaları eleştirir, ''yerinizi'' bilmezseniz bu sefer de sapkınlıkla suçlanır, sözüne güvenilmez kişi olur, davayı satmakla suçlanır ve yine dışlanan olabilirsiniz. Bu ana sosyal kümelerden iktidarı daha çok eline geçiren grup kuşkusuz kendi üyelerini daha bir sıkıya alacaktır. Peki diğer ana kümeyi de baskı altına alabilir mi? Kuşkusuz... Ama varlığını tehdit edecek derecede değil. Yıllar süren elit iktidarı, örneğin, muhafazakar kesimin sivri uçlarını törpüleyebilmiştir belki ama onu yok edemememiştir. Aynı şekilde güçlenen muhafazakar kesimin kendi içindeki çeşitlilik üzerinde daha yıpratıcı bir etkisi olacağını ama kemikleşmiş elit yaşam tarzını tamamen yutamayacağını düşünüyorum.
Gelelim kesişim kümesine... Olan yine arada kalanlara, arafta yaşayanlara oluyor. Varlık nedeni iki kesimden birine tam tutunamamak olan bu insanların tam bir grup bilinci yok. Yani onları toparlayacak, hayatlarına yön verecek, hazır bir yaşam rehberi bulunmuyor ellerinde. İki kesimden de arkadaşları var, içkili yerlere giriyorlar ama belki hiç içki kullanmıyorlar, düzenli ya da aralıklarla namaz kılıyorlar ama erkeklerle sosyal ilişkileri de var, başları açık ama yarı muhfazakar bir giyim tarzları var... Bir yandan hayat ilkeleri kesin çizgilerle belirlenmiş insanlara gıpta ediyorlar, bir yandan da iradelerini gruplara bağlamadıkları için daha özgür ve hatta biraz gururlular. Peki, ana sosyal kümelerden birinin politik/toplumsal gücünün arttığı ve kesişim kümesinin daralıp sınırlarının belirginleştiği durumda onların hali ne oluyor? Açıkçası girdikleri her ortamda tedirgin oluyorlar, hemen her yerde birilerinin kaşları kalkıyor, gözlerden okunan ''ne taraftasın'' sorusu, gündelik tartışmalarda sürekli ''öteki'' kampa konma korkusu yaşam alanlarını daraltıyor. Elitlere karşı oruç tuttuklarını, namaz kıldıklarını gizliyorlar; bunların yeni iktidara yaranma çabası olarak görülmesinden korkuyorlar. Muhafazakarlara karşı yeni iktidarın gücünden korktuklarını açıklayamıyorlar, paranoyak damgası yemekten çekiniyorlar, bazı bazı kapısında örtündükleri camilerde kalkan kaşların artık açık sataşmalara dönmesinden endişe ediyorlar. En çok da biraz daha yakın durdukları ana gruba itilme/çekilme ihtimalinden...
Bu ülkede grup baskısını duble gören kesişim kümesidir. En büyük tehlike de kesişim kümesinin daralmasıdır; çünkü ana gruplar ancak kesiştikleri noktalarda iletişim ve uzlaşma arayabilirler. Bunun sağlanması için sadece muhafazakarlar değil, elitler de grup baskısını törpülemeliler. Bu yapılabilir mi? O gerçekten meçhul. Kim bilir, belki bertaraf olan gerçekten bitaraf oluyordur.
Türkiye'de ezelden beri iki grup var: şehirli elitler ve taşralı halk. Artık herkesin malumu olduğu üzere 1960lardan sonra bu iki kesim göç sonucu giderek daha fazla birarada yaşamaya başlıyor. Oluşan yeni orta sınıfın bazı bireyleri de ister istemez kesişim kümesinde kalıyorlar. Bu alandakiler genelde kentli kadın-erkek ilişkilerini benimsemiş, görünüş olarak modern (''daha iyi'' anlamında değil, sadece ''dönemin moda akımlarına uygun'' anlamında), ama dini ve örfi geleneklerine bağlı. Ne tür gelenekler? Büyüklerin elinin öpülmesinden, otobüste yaşlılara yer vermeye, Ramazan'da oruç tutup, vefat edenlerin ardından mevlüt okutulmasına, çocuklara diş buğdayı yapılmasından kandil geceleri ailenin biraraya gelmesine... Bu kesişim kümesi sınıf atlayan göçmen taşralılarla da büyümüştür kuşkusuz. Dolayısıyla kesişim kümesindeki kimi anneanneler sokağa başörtüsüyle çıkmışlar, pazara uzun kollularla gitmişlerdir. Kentteki muhafazakar alt kesimle elitist üst-orta sınıfın arasında kalan bu grup 80lere gelindiğinde büyür ve çeşitlenir. Artık bu tayfın bir ucunda giyim tarzı ve yaşam biçimiyle muhafazakar ama sosyal ilişkilerde daha açık bir alt grupla diğer ucunda dış görünüş olarak elitlere daha yakın ama onlardan muhafazakarlığa bakış açısıyla ayrılan bir başka altgrup bulunmaktadır. Siyasal olarak tam bir ayırım yapılamasa da bu kesişim kümesinin bir tarafının liberal sağcı, bireyci ve özgürlükçü; diğer tarafınınsa sosyal demokrat, toplumcu ve eşitlikçi olarak tanımlanabileceğini düşünüyorum.
Grupların üyeleri üzerinde yapabilecekleri baskı, biraz da üyelerin aidiyet duygularıyla ilgili... Bugün ''mahalle baskısı'' diye adlandırılan şey aslında ''grupiçi baskı'' bana göre. Yani kendinizi ait hissettiğiniz grubun sizi tanımlamak ve hizada tutmak için oluşturduğu belli başlı ölçütler. Aslında hepimizin beyninde pratik nedenlerden mikro gruplamalar var. Bir odaya girdiğimizde kendimize en uygun insanları bulabilmemizin yolu, onların hangi gruplara dahil olduğuna inanmamıza bağlı. En güzel örnek lise grupları... Amerikan filmlerinin bize empoze ettiği kadar derin çatışmalar olmasa da aralarında her lisede popülerler, inekler, metalciler, tiyatrocular, ağır abiler, grupsuzlar gibi gruplar vardır. Bu gruplar üniversite yıllarındaki bireyselleşmeyle dağılır ya da dönüşüme uğrar. Ne yazık ki, aynı şeyi toplumsal grup ve altgruplar için söylemek mümkün değil. Bu gruplara duyduğumuz aidiyet siyasal parti seçimlerimizden üyesi olduğumuz sivil toplum örgütlerine kadar her yerde, hatta sosyal internet sitelerindeki profillerimizde bile kendini gösteriyor. Eğer birey olarak grubun bizden beklemediği bir seçimde bulunursak o grubun iktidar gücüyle doğru orantılı olarak yularımız çekiliyor. Örneğin siz bir akademisyenseniz ve üst düzey bir bürokrat kızı ve aniden ''sizden beklenmeyecek şekilde'' dindarlaşırsanız, hakkınızda çeşitli hükümler verilebilir (mesela bu yöneliminizin samimi olmadığı gibi), grubun size sunduğu bazı ayrıcalıklardan mahrum kalabilirsiniz ya da gruptan dışlanabilirsiniz. Öte yandan dindar kesimden sesinizi yükseltip kadınlara yönelik ayrımcı politikaları eleştirir, ''yerinizi'' bilmezseniz bu sefer de sapkınlıkla suçlanır, sözüne güvenilmez kişi olur, davayı satmakla suçlanır ve yine dışlanan olabilirsiniz. Bu ana sosyal kümelerden iktidarı daha çok eline geçiren grup kuşkusuz kendi üyelerini daha bir sıkıya alacaktır. Peki diğer ana kümeyi de baskı altına alabilir mi? Kuşkusuz... Ama varlığını tehdit edecek derecede değil. Yıllar süren elit iktidarı, örneğin, muhafazakar kesimin sivri uçlarını törpüleyebilmiştir belki ama onu yok edemememiştir. Aynı şekilde güçlenen muhafazakar kesimin kendi içindeki çeşitlilik üzerinde daha yıpratıcı bir etkisi olacağını ama kemikleşmiş elit yaşam tarzını tamamen yutamayacağını düşünüyorum.
Gelelim kesişim kümesine... Olan yine arada kalanlara, arafta yaşayanlara oluyor. Varlık nedeni iki kesimden birine tam tutunamamak olan bu insanların tam bir grup bilinci yok. Yani onları toparlayacak, hayatlarına yön verecek, hazır bir yaşam rehberi bulunmuyor ellerinde. İki kesimden de arkadaşları var, içkili yerlere giriyorlar ama belki hiç içki kullanmıyorlar, düzenli ya da aralıklarla namaz kılıyorlar ama erkeklerle sosyal ilişkileri de var, başları açık ama yarı muhfazakar bir giyim tarzları var... Bir yandan hayat ilkeleri kesin çizgilerle belirlenmiş insanlara gıpta ediyorlar, bir yandan da iradelerini gruplara bağlamadıkları için daha özgür ve hatta biraz gururlular. Peki, ana sosyal kümelerden birinin politik/toplumsal gücünün arttığı ve kesişim kümesinin daralıp sınırlarının belirginleştiği durumda onların hali ne oluyor? Açıkçası girdikleri her ortamda tedirgin oluyorlar, hemen her yerde birilerinin kaşları kalkıyor, gözlerden okunan ''ne taraftasın'' sorusu, gündelik tartışmalarda sürekli ''öteki'' kampa konma korkusu yaşam alanlarını daraltıyor. Elitlere karşı oruç tuttuklarını, namaz kıldıklarını gizliyorlar; bunların yeni iktidara yaranma çabası olarak görülmesinden korkuyorlar. Muhafazakarlara karşı yeni iktidarın gücünden korktuklarını açıklayamıyorlar, paranoyak damgası yemekten çekiniyorlar, bazı bazı kapısında örtündükleri camilerde kalkan kaşların artık açık sataşmalara dönmesinden endişe ediyorlar. En çok da biraz daha yakın durdukları ana gruba itilme/çekilme ihtimalinden...
Bu ülkede grup baskısını duble gören kesişim kümesidir. En büyük tehlike de kesişim kümesinin daralmasıdır; çünkü ana gruplar ancak kesiştikleri noktalarda iletişim ve uzlaşma arayabilirler. Bunun sağlanması için sadece muhafazakarlar değil, elitler de grup baskısını törpülemeliler. Bu yapılabilir mi? O gerçekten meçhul. Kim bilir, belki bertaraf olan gerçekten bitaraf oluyordur.
Powered by ScribeFire.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder