Bunaldım, afakanlar bastı, fena çok fena oldum, oluyorum. Bir sırat köprüsünden geçiyormuşuz gibi geliyor, bir karabasandayız da milletçek uyanamayacağız sanki. Ki ben umudu hiç kesmedim yurdumdan, yolumuzu buluruz diye düşündüm. Ama artık mücrim gibi titriyorum baktıkça istikbalimize. Bi yanda aman da ne güzel tokalaşıyorlar, aman da temsil edilsinler denilen, milyonları temsil eden adamlar terörizmden kurtaramıyorlar yakalarını. Niheeeyt diye sıyrılıp şiddette karşıyız, ama biz de çok çektik, artık insan meydanında insan gibi konuşarak çözüm arayacağız demiyorlar, diyemiyorlar. Öte yanda bi şişgöbek gereksiz insan tutup bir cinayeti öven ve yenilerini muştulayan bi türkü söylüyor. Bi şair müsveddesi -ki şair, en çok hisseden adam olması icap eden, en duyarlı ve duyarlıklı insandır tanımlamasından yola çıkıyorum- önce öyle demedim deyip sonra da sahipleniyor ortaya saçılan rezaleti, ne var diyor pervasızca... En kötüsü binlerce insan hak veriyor o şiirin sözlerine. İyi ki de vurmuşlar sırtından bir yazarı, yazılarını hiç okumamış, doldurulmuş çocuklar diyorlar. Ve de bu insanlar bizimle oruçlarını bozuyorlar şu dakika... Bazen Allah'ın bize karşı fazlasıyla sabırlı olduğunu düşünüyorum, fazlasıyla affedici... (tövbe tooovbe) En en en kötüsü üniversiteye giden, yani topluma ışık olacak, herşeyi tartışabilecek, beyinleri böyle gepegeniş salon salomanje olması gereken adamlar tutup dramatize ediyorlar kafalarındaki hastalıklı cinayet anını... Benim içim yanıyor. Böyle avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum, mahkeme yollarında yuhalamak istiyorum bu zevatı, bu filmi çeken çocukları omuzlarından tutup silkelemek silkelemek, kafalarını gerçek kanın, gerçek et parçalarının, gerçek sevgili-baba kaybetmişliğin yürek çukuruna gömmek istiyorum. Aynı şeyi hem de aynı delilikle mecliste terörü yalanlayanlara, yakalarını şiddetten kurtaramayanlara da yapmak istiyorum. Beri yanda ''mahalle baskısı'' gözümüzü korkutuyor. Yok, daha doğrusu bi senaryonun olabilirliği göz korkutan. Kızlar, kadınlar nasıl isterlerse öyle giyinsinler istiyorum, okusunlar, ayrılmasınlar istiyorum tüm vicdanımla ve sol taraftan vuran refleksimle. Biliyorum benim tanıdığım insanlar da başkalarının özgürlüklerini savunacaklar, eminim. Ama... Aması var işte. Beynimin bi köşeciği bazı semtleri, bazı şehirleri, bazı durumları çağırıyor. Tam da mahallenin baskın olduğu yer ve durumları. Dillendirmemek için debelendiğim senaryo şöyle bişey: türban serbestisi geliyor, birkaç ay veya yıl içinde benim tanıdığım insanları temsil etmeyen ve olaylara sadece skor açısından bakan, fikri kökenleri cinayet veya terörü övenlerle bir bi grup bi üniversiteye başı açık bi hatunu almıyorlar, laf atıyorlar, pis bakıyorlar, kız da gidip arkadaşlarına söylüyor, çıkan olaylarda masumiyetimiz ölüyor. O dakikada ''ama halk arasında bir türban gerilimi yok ki, benim her türlü giyinen arkadaşım var, bu elitist bir ayrım'' savunmam pencereden uçup gidiyor. Bi kere o ayrım toplumun içine sızınca (ki zaten biraz sızmadı mı), saflar çizilince iki kıyametten birisi: ya verilen özgürlüklerin geri alınıp hak etmeyenlerin (gene kadınların) cezalandırılması ya da giderek artan bir baskı rejimi (kadınlar üzerinde) ve bölünme. Offf her korku gibi açık açık yazınca daha bi somut hale geldi, geldi geldi de boğazıma çöktü. Bu aptal senaryolara pabuç bırakmazdım ben, neden şimdi daraldım ki? Bolşevik devrimini de küçük bi azınlık gerçekleştirdi... Biz çoğunluk olarak susuyoruz, yuhalamıyoruz, saf tutuyoruz, şiddetten beslenen her ideolojiden adamların yaydığı bu hastalıklı tarafımızdan nasıl kurtuluruz? Karanlıkta yolumuzu bulabilir miyiz? İncecik, kıl köprü üzerinde faşistlerin, terörist ayrılıkçıların, aşırı dincilerin mayınlarına basmadan didişe didişe, ama birbirimizi feda etmeden yürüyebilir miyiz? Ben biraz hava alayım...
Powered by ScribeFire.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder