İnsan hayatının her aşamasında yeni insanlarla tanışıp arkadaş olabilir mi? Bana her geçen yıl daha da zor geliyor kendimi anlatmak yeni birilerine. "Kendim" çok da çapraşık değilim ama sıkılıyorum, bir de yeniyetmelerin çıkma hali gibi zaman ayırmaya çalışmalar, din-politika-aşk üçgeninin tehlikeli sularında yüzmeler, her an çarpılabilecek duvarlar... Birisi tam da kafanıza uygunken (yine kafanızda) sizin özlediğiniz filmleri özlemiyor olması mesela ya da içtenlikle açtığınız bir açığınıza şaşırıvermesi, yaralarınıza üflememesi, en basitinden bi deyimi yanlış kullanması... Bunlar hep tam da aaa o da aynı, bu da ortak, yuppi sen de mi buna bayılıyorsun diye hoplaya zıplaya yeni-ayna-bulmuşluk coşkunluğunda oluverir. Adam gider dahi anlamındaki de'yi ayırmaz, tamam bitmiştir. Niye bi yaştan sonra böyle ince eler sık dokuruz da çocukluk arkadaşlarımızın falsolarını sallamayız? Niye incinmek kolaydır bu yeni insanlarla da eskilerle kalındır derimiz?
Vaktiyle dersane sıralarında tanıştığım bi kız vardı. Benzer sosyoekonomik geçmişlerden geliyorduk, iki yıl aynı sıralarda dirsek ve beyin çürüttük. Gel gör ki, seçildiğimiz yerleştirildiğimiz andan itibaren birşeyler eksildi. Demek ki, biz uygun şartların doğurduğu arkadaşlardık. Bana bu fikir hiç de incitici gelmedi. Öyle ya, zor zamanlarda birbirimize omuz vermiştik, birbirimizi tanımıştık, iyi gene verirdik, akışına bırakırdık. Yoksa sevgi emek miydi? Nitekim bırakamadık, bıraktırmadı akışına. Ayrı şehirlerdeydik, buluştuk bir-iki, yazıştık üç-dört ama olmadı, olamadı. Frekanslarımız uyuşmuyordu artık. Gündelik olaylardan bahsettiğim mesajlar yetmiyordu, buluşunca konuşulanlar hatta konuşulmayanlar kesmiyordu. Kızdı bana, küstü, aramadı bi daha. Bana tuhaf geldi, çok tuhaf. Neyin sadakati beklenmişti benden, neden tanışıklık mertebesinde kalıp uygun bir anında hayatlarımızın yeni bi kaynaşma devresi beklenmemişti? Hala da anlayabilmiş değilim tam anlamıyla.
Sanırım beraber büyüdüğünüz insanları tam da siz seçmiyorsunuz. Daha çok birlikte şekilleniyorsunuz. Yani ortada daha "kendim" yokken bu insanlarla oluyorum, birbirimizle etkileşe didişe adam oluyoruz, olunca da "kendimden" ayıramayacağım insanlar oluyorlar onlar, iç çemberim, ailemden sonraki çeper, diğerlerini onların terazisine koyup tarttığım mihenk taşlarım. Eee onları yargılamak bu yüzden zor, onları eleme fırsatım olmamış, kendimden tam ayıramamışım ki. Aynı şekilde onlarla birbirimize zırt pırt yazmamışız, haberleşmemişiz, aman da paylaşmamız lazım diye kasılmamışız. Gerek yokmuş çünkü. Birşeyin özünü bilmek gibi. Hani yirmi yıl yaşamışsındır bir evde ve ayrı kalırsın yıllarca ama dönünce bir-iki eşyanın yeri değişmiştir, girişteki oynak taş hala oynaktır, sen de alışkanlıkla ayağını sağlam basar girersin. Beraber büyüdüklerin de öyle... Aylarca konuşmasan da bilirsin. Oysa yeni insanlar, yetişkinken edindiğin arkadaşlar öyle değil, hangi taşları oynak bilemezsin, tekin olmayan yerlerini göremezsin. Belki hiç göremezsin. Ne de olsa artık duvarlar kalınlaştırılmış, savunma duvarları örülmüştür. Pencereden bakan yüz gerçekten o mu, nereden bileceksin? Ben de artık "kendim" olmuşum, hiç öyle zıt kutuplar çeker dememeli, herkes bir benzerini arar (bkz. cümle kitap adları). Çünkü bırakalım martavalları, herkes kendisini pek bi sever. Öyle sever ki, herkeste kendisini arar. Kendine yaklaştıkça artar o insana muhabbeti. Kendinden farklılarla arkadaşlıkları o insanların ne değerli insanlar olduğuna dalalettir belki.
Gün gelir iç çemberinle arana kocalar girer. Kocalar ailedendirler, çekirdektirler ama sonradan gelip baş köşeye kurulurlar. Katiyen benliklerimizin tam akisleri olamazlar, ne de olsa erkek cinsine mensuplardır (yeni tip bazı aile modelleri konumuzun dışında). Yani kafaları bambaşka işler (ayrı yazı konusu), bizim gibi hormon dalgalanması eseri de değillerdir, konuşurken kafaları ikiye ayrılmaz bizim gibi, bir yarı tribal enfeksiyonken diğer yarı napıyosun kızım ya demez, özenilesi derecede doğrusal ve net işler kafaları, kadınların da kısa, öz ve hızlı olanlarını severler. Bu kadar farklılıkla "kendimizin" kocaları kabul etmesi ancak aşkla açıklanır (düzene, toplumsal yapıya, adama, doğrulası çocuklara, çoğulluğa duyulanlardan biri, seç seç beğen). Peki, dostlarınızdan biri kocalanınca ne olur? Ailecek görüşme hayallerinin dışında yani, ne olur? Acır. Çocukluğunuz, anılarınız, beraber yarattığınız kısaltmalarınız acır. Yok, tam olarak adamla değildir derdiniz. Çok çok çok mutlu olsun istersiniz, kimseleri yakıştıramazsınız, ama adama takılmazsınız çoğu zaman. Hani birlikte varolmuştunuz ya, hani beraber tanımlanmıştınız ve de hiç tam olarak kopamamıştınız o tanımdan. Orası yanar işte.
Bugün bizim bi harfimiz daha kocalandı. Bugün içim biraz yandı. Büyüdük biz, çoğaldık, daha da çoğalırız inşallah. Yine de ilk ben gördüm o oynak taşı eşikte, benim de bütün aymazlıklarımı en iyi o bilir, onlar bilir. Kocalar akıllılarsa bunu bilirler, hürmet eder, bize yer açarlar.
Vaktiyle dersane sıralarında tanıştığım bi kız vardı. Benzer sosyoekonomik geçmişlerden geliyorduk, iki yıl aynı sıralarda dirsek ve beyin çürüttük. Gel gör ki, seçildiğimiz yerleştirildiğimiz andan itibaren birşeyler eksildi. Demek ki, biz uygun şartların doğurduğu arkadaşlardık. Bana bu fikir hiç de incitici gelmedi. Öyle ya, zor zamanlarda birbirimize omuz vermiştik, birbirimizi tanımıştık, iyi gene verirdik, akışına bırakırdık. Yoksa sevgi emek miydi? Nitekim bırakamadık, bıraktırmadı akışına. Ayrı şehirlerdeydik, buluştuk bir-iki, yazıştık üç-dört ama olmadı, olamadı. Frekanslarımız uyuşmuyordu artık. Gündelik olaylardan bahsettiğim mesajlar yetmiyordu, buluşunca konuşulanlar hatta konuşulmayanlar kesmiyordu. Kızdı bana, küstü, aramadı bi daha. Bana tuhaf geldi, çok tuhaf. Neyin sadakati beklenmişti benden, neden tanışıklık mertebesinde kalıp uygun bir anında hayatlarımızın yeni bi kaynaşma devresi beklenmemişti? Hala da anlayabilmiş değilim tam anlamıyla.
Sanırım beraber büyüdüğünüz insanları tam da siz seçmiyorsunuz. Daha çok birlikte şekilleniyorsunuz. Yani ortada daha "kendim" yokken bu insanlarla oluyorum, birbirimizle etkileşe didişe adam oluyoruz, olunca da "kendimden" ayıramayacağım insanlar oluyorlar onlar, iç çemberim, ailemden sonraki çeper, diğerlerini onların terazisine koyup tarttığım mihenk taşlarım. Eee onları yargılamak bu yüzden zor, onları eleme fırsatım olmamış, kendimden tam ayıramamışım ki. Aynı şekilde onlarla birbirimize zırt pırt yazmamışız, haberleşmemişiz, aman da paylaşmamız lazım diye kasılmamışız. Gerek yokmuş çünkü. Birşeyin özünü bilmek gibi. Hani yirmi yıl yaşamışsındır bir evde ve ayrı kalırsın yıllarca ama dönünce bir-iki eşyanın yeri değişmiştir, girişteki oynak taş hala oynaktır, sen de alışkanlıkla ayağını sağlam basar girersin. Beraber büyüdüklerin de öyle... Aylarca konuşmasan da bilirsin. Oysa yeni insanlar, yetişkinken edindiğin arkadaşlar öyle değil, hangi taşları oynak bilemezsin, tekin olmayan yerlerini göremezsin. Belki hiç göremezsin. Ne de olsa artık duvarlar kalınlaştırılmış, savunma duvarları örülmüştür. Pencereden bakan yüz gerçekten o mu, nereden bileceksin? Ben de artık "kendim" olmuşum, hiç öyle zıt kutuplar çeker dememeli, herkes bir benzerini arar (bkz. cümle kitap adları). Çünkü bırakalım martavalları, herkes kendisini pek bi sever. Öyle sever ki, herkeste kendisini arar. Kendine yaklaştıkça artar o insana muhabbeti. Kendinden farklılarla arkadaşlıkları o insanların ne değerli insanlar olduğuna dalalettir belki.
Gün gelir iç çemberinle arana kocalar girer. Kocalar ailedendirler, çekirdektirler ama sonradan gelip baş köşeye kurulurlar. Katiyen benliklerimizin tam akisleri olamazlar, ne de olsa erkek cinsine mensuplardır (yeni tip bazı aile modelleri konumuzun dışında). Yani kafaları bambaşka işler (ayrı yazı konusu), bizim gibi hormon dalgalanması eseri de değillerdir, konuşurken kafaları ikiye ayrılmaz bizim gibi, bir yarı tribal enfeksiyonken diğer yarı napıyosun kızım ya demez, özenilesi derecede doğrusal ve net işler kafaları, kadınların da kısa, öz ve hızlı olanlarını severler. Bu kadar farklılıkla "kendimizin" kocaları kabul etmesi ancak aşkla açıklanır (düzene, toplumsal yapıya, adama, doğrulası çocuklara, çoğulluğa duyulanlardan biri, seç seç beğen). Peki, dostlarınızdan biri kocalanınca ne olur? Ailecek görüşme hayallerinin dışında yani, ne olur? Acır. Çocukluğunuz, anılarınız, beraber yarattığınız kısaltmalarınız acır. Yok, tam olarak adamla değildir derdiniz. Çok çok çok mutlu olsun istersiniz, kimseleri yakıştıramazsınız, ama adama takılmazsınız çoğu zaman. Hani birlikte varolmuştunuz ya, hani beraber tanımlanmıştınız ve de hiç tam olarak kopamamıştınız o tanımdan. Orası yanar işte.
Bugün bizim bi harfimiz daha kocalandı. Bugün içim biraz yandı. Büyüdük biz, çoğaldık, daha da çoğalırız inşallah. Yine de ilk ben gördüm o oynak taşı eşikte, benim de bütün aymazlıklarımı en iyi o bilir, onlar bilir. Kocalar akıllılarsa bunu bilirler, hürmet eder, bize yer açarlar.
Powered by ScribeFire.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder